ÖZET
Amaç:
Echinococcus granulosus insanlarda kistik ekinokokkozis (KE) olarak adlandırılan hastalığa yol açan bir helminttir. Parazitin başta karaciğer ve/veya akciğer olmak üzere iç organlarda yavaş büyüyen içi sıvı dolu kistler oluşturduğu bilinmektedir. Bu hastalık Türkiye’de ve hayvancılığın yaygın olduğu diğer ülkelerde halk sağlığı ve ekonomik açıdan halen önemini korumaktadır. Bu çalışmada Ocak 2005- Ocak 2017 tarihleri arasında Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Parazitoloji Laboratuvarı'na KE şüphesiyle başvuran olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntemler:
Toplam 3446 serum örneği (2019 kadın ve 1427 erkek), anti-E. granulosus immünoglobulin G antikorlarının varlığını saptamak için ELISA yöntemi ile çalışılmıştır. Patolojik olarak KE olduğu doğrulanmış olgular sosyo-demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, yaşadığı yer ve köpek besleme vb), pozitiflik dilüsyonları ve kist lokalizasyonları açısından değerlendirilmiştir.
Bulgular:
Yaşları 4-87 aralığında değişen toplam 3446 olgunun 1104’ü (%32) pozitif olarak saptanmış olup, bunlardan 642’sini (%58,1) kadınlar, 462’sini (%41,9) erkekler oluşturmaktadır. Olguların 247’sinin (%22,3) KE tanısı patolojik olarak kesinleşmiştir. Olgular parazitin yerleştiği lokalizasyona göre incelendiğinde en sık tutulan organ (%81,8) karaciğer olup, bunu akciğer (%6,1) takip etmektedir.
Sonuç:
İlimizde KE’nin önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam ettiği bu nedenle, önleyici çalışmaların yapılması gerektiği bir kez daha vurgulanmıştır.
GİRİŞ
Kistik ekinokokkozis (KE, kist hidatik) Echinococcus granulosus metasestodunun neden olduğu dünyanın pek çok bölgesinde ve aynı zamanda ülkemizde de görülen önemli, zoonotik bir parazit enfeksiyonudur. Köpekler parazitin kesin konağı olup, insanlar enfekte köpeklerin dışkısında bulunan yumurtaların direkt veya kontamine olmuş gıdalarla alınması ile enfekte olurlar (1,2). Kist hidatik olgularında metasestodun en sık yerleştiği organ karaciğer olup bunu akciğerin takip ettiği bildirilmektedir. Ayrıca dalak, böbrek, kemik, pankreas, beyin, kalp gibi organlara da larvanın yerleştiği ve ciddi sağlık problemlerine neden olabileceği bildirilmiştir (3).
KE’ye özgü bir klinik bulgu olmamakla birlikte, kistin lokalizasyonu ve büyüklüğüne göre parazit farklı semptomlarla kendini gösterebilmekte veya hiç bulgu vermemektedir (2). Sağ üst kadran ağrısının en sık görülen semptom olduğu ve karında şişkinlik, bulantı, kusma ve ateş görülebileceği bildirilmektedir. Kist hidatiklerin yavaş büyüdüğü, yaklaşık 4-5 cm çapına ulaşana kadar bulgu vermediği ve rutin muayeneler esnasında tesadüfen saptandığı belirtilmektedir. Kistlerin spontan veya travmaya bağlı olarak rüptüre olmasının zaman zaman ölümcül olabilen ciddi komplikasyonlara yol açtığı belirtilmektedir (4).
Küresel ölçekte özellikle hayvancılığın yapıldığı ve sokak köpeklerinin sayısının fazla olduğu ülkelerde KE’nin daha yaygın görüldüğü bilinmektedir. Orta Doğu, Güney Amerika, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz ülkelerinde KE’nin endemik olduğu bildirilmektedir. Ülkemizin büyük bir çoğunluğunun hayvancılıkla uğraşması ve gerekli tedbirlerin alınmaması nedenleriyle özellikle koyun, sığır gibi hayvanlarda, aynı zamanda insanlarda da son derece yaygın olarak görülmekte ve önemli ekonomik kayıplara sebep olmaktadır. Ülkemizde prevalansın 50-400/100.000 insidansın ise 3,4/100.000 olduğu bildirilmektedir (5,6). Aydın ilinde daha önceki çalışmalarda kist hidatik insidansının 1986-1995 yılları arasında 1,2/100.000 kişi, 1996-2000 yılları arasında ise 1,4/100.000 kişi olarak saptandığı belirtilmiştir (7,8).
Bu çalışmada hastalığın ilimizdeki güncel durumunu değerlendirmek için Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Parazitoloji Laboratuarı’na KE ön tanısı ile gönderilen olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER
Ocak 2005-Ocak 2017 tarihleri arasında Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Parazitoloji Laboratuvarı’na gönderilen toplam 3446 olgunun serum örneklerinde E. granulosus’a özgü immünoglobulin G (IgG) antikorları ELISA yöntemi ile araştırılmıştır. Her olguya ait bir serum örneği çalışmaya dahil edilmiş olup tekrarlayan örnekler çalışma kapsamına alınmamıştır. Patoloji sonuçlarıyla tanısı doğrulanan olguların demografik özellikleri (adres, yaş, cinsiyet, kistin lokalizasyonu, köpek sahipliği ve meslek) ve öyküleri retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
Gönderilen olgulardan 5 mL kan alınıp 3000 RPM’de 10 dakika santrifüj edilerek serumları ayrılmıştır. Mezbahadan temin edilen KE’li koyun karaciğerlerinden steril şartlarda alınan fertil kist sıvısı antijen olarak kullanılmıştır. Alkalen fosfataz enzimi ile işaretli anti-human IgG (Sigma-Aldrich®) konjugenin kullanıldığı bu testte ≥1/80 serum sulandırımında IgG antikor yanıtı veren örnekler pozitif olarak değerlendirilmiştir (8). Çalışmamız retrospektif olmasından dolayı etik kurul onayı ve hasta onayı alınmamıştır.
İstatistiksel Analiz
İstatistiksel analiz için SPSS for Windows 15.0 programı kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi için ki-kare testi uygulanmıştır.
BULGULAR
Yaşları 4 ile 87 [ortalama (ort.)= 45,5±3)] arasında değişen 3446 olgunun 2019’u (%58,5) kadın, 1427’si (%41,5) erkek olup, ELISA testi ile 1104’ünde (%32) parazite özgü IgG antikorları saptanmıştır. Antikor yanıtı saptanan 1104 olgunun 642’si (%58,1) kadın, 462’si (%41,9) erkek olarak belirlenmiştir (Tablo 1). Cinsiyet ile IgG antikor varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (χ2=0,128, p>0,05).
Anti-E. granulosus IgG antikorları saptanan olguların yıllara göre dağılımı ise Şekil 1’de gösterilmiştir.
Antikor yanıtı saptanan 1104 olgunun 247’sinin KE tanısı kesinleşmiştir. Yaşları 8 ile 87 (ort.=43,9±5,00) arasında değişen olguların 131’i (%53) kadın, 116’sı (%47) erkek olarak belirlenmiştir. Kist hidatik tanısı kesinleşen 247 olguya ait serolojik test sonuçları Tablo 2’de özetlenmiştir.
Kist hidatik tanısı alan ve operasyon geçirmiş olgular organ lokalizasyonu açısından incelendiğinde %81,8 oranında karaciğerde olduğu saptanmıştır. Kesin tanı olan olguların organ lokalizasyonlarına göre dağılımları Tablo 3’te ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Kesin tanı alan 247 olgunun kentsel-kırsal alan dağılımı incelendiğinde 68 (%27,5) olgunun kırsalda, 179 (%72,5) olgunun ise kentte yaşadığı ayrıca 83 olgu’nun (%33,6) köpek sahibi olduğu ve %46,1’inin ev hanımı olduğu tespit edilmiştir. Olguların meslek gruplarına göre dağılımı Tablo 4’te ayrıntılı olarak gösterilmiştir.
TARTIŞMA
KE halen dünyada ve ülkemizde halk sağlığını tehdit eden önemli zoonotik paraziter bir enfeksiyon olma özelliğini korumaktadır (1,2,9). Dünya genelinde özellikle son yıllarda KE insidans ve prevalansında dramatik bir düşüş saptandığı bildirilmektedir. Bunun yanı sıra özellikle hayvancılığın yaygın olduğu gelişmekte olan ülkelerde ise enfeksiyonun toplum sağlığı ve ekonomisi üzerine olumsuz etkilerinin devam ettiği belirtilmektedir (10). Dünya Sağlık Örgütü’nün 2011 yılında açıkladığı verilere göre enfeksiyonun endemik olarak kabul edildiği Arjantin’in bazı bölgeleri, Orta Asya, Çin, Doğu Afrika ve Peru’da prevalansın yüksek oranlara (%5-10) ulaştığı ifade edilmektedir (11).
Kist hidatik ülkemizde yaygın olarak görülmektedir. Yazar ve ark. (12), 2008 yılında Türkiye’nin 7 bölgesini kapsayan 14.789 olgunun geriye dönük olarak değerlendirildiği çalışmada, olguların %38,57’sinin İç Anadolu Bölgesi’nden, %16,94‘ünün Ege Bölgesi’nden, %16,09’unun Akdeniz Bölgesi’nden, %13,13’ünün Marmara Bölgesi’nden, %6,80’inin Doğu Anadolu Bölgesi’nden, %5,70’inin Karadeniz Bölgesi’nden, %2,75’inin ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden olduğunu bildirmiştir.Yapılan çalışmalardan da anlaşıldığı üzere enfeksiyonun yaygınlığı ile ilgili yapılan çalışmalar çoğunlukla hastane kayıtlarına ya da geriye dönük çalışmalara dayanmakta gerçek prevalans verilerini yansıtmamaktadır. Değişik araştırmacılar tarafından yapılan seroprevalans çalışmalarında ise İzmir’de %3,4 (13), Afyon’da %14,6 (14), Kayseri’de (15) %2,7 oranında saptandığı belirtilmiştir.
Tanı alan ve cerrahi girişim geçiren olguların yanında girişimsel tedavi olan veya kistin küçük ya da kalsifiye olması nedeniyle aralıklı olarak radyolojik ve serolojik takip edilen olgular bulunmaktadır. Bu nedenle sadece cerrahi geçiren olguların irdelenmesi gerçek olgu sayısının sadece bir kısmını yansıtmakta olup geriye dönük olarak laboratuvara başvuran olguların değerlendirildiği çalışmalar da hastalığın ülkemizdeki durumu hakkında bilgi vermesi açısından oldukça önemlidir.
Bayram Delibaş ve ark.’nın (16) İzmir’de 2006 yılında yaptıkları bir çalışmada Ocak 2003- Haziran 2004 tarihleri arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Laboratuvarı’na KE şüphesiyle gönderilen 465 olguya ait serum örneği ELISA testi ile incelenmiş ve olguların %17’sinde IgG antikorlarının saptandığı bildirilmiştir. Ayrıca yapılan benzer çalışmalar incelendiğinde Kars’ta %34,6 (17), Van’da %33,4 (18) oranında anti-E. granulosus IgG pozitifliği saptandığı belirtilmiştir.
Çalışmamızda ise KE şüphesiyle tarafımıza kan örneği gönderilen 3446 olgunun 1104’ünde (%32) parazite özgü IgG antikorları tespit edilmiştir. Bu olgulardan 247’si girişimsel veya cerrahi yöntemler vasıtasıyla alınan kist dokusuna ait örneklerin mikroskobik veya patolojik olarak incelenmesi ile kesin tanı almıştır ve çalışmamızda kesin tanı alan olgular detaylı olarak incelenmiştir. Parazite özgü IgG antikorlarına sahip olguların çoğunluğunun kesin tanı almadığı görülmektedir. Tanısı kesinleşmemiş olguların büyük kısmının herhangi bir girişimsel yöntem gerektirmeyecek küçüklükte veya kendini sınırlayan kalsifiye kistlere sahip oluşu, olguların kistlerinden örnek alınmasına engel teşkil etmekte ve bu durum patolojik veya mikroskobik yöntemler kullanılarak kesin tanı verilememesine neden olmaktadır. Ayrıca 1/80 zayıf pozitif ve 1/80 pozitif dilüsyonlara sahip toplam 536 olgunun 41’i kesin tanı almış olup kalan 495’inin bir kısmının çapraz reaksiyon sonucu yalancı pozitiflik olabileceği ve bu olguların takiplerinde de bu durumun dikkate alınması gerektiği düşünülmüştür.
Türkiye’de daha önce yapılan araştırmalarda hastalığın kadınlarda daha fazla görüldüğü rapor edilmiştir. Bizim araştırmamızda kesin tanı alan olguların %58,1’inin kadın olduğu saptanmış olup daha önce yapılan çalışmalarla benzer olduğu görülmüştür. Ayrıca benzer olarak olguların meslek grupları incelendiğinde olguların büyük kısmının (%46,1) ev hanımı olduğu dikkati çekmektedir (18-23).
Enfeksiyon organ tutulumu açısından değerlendirildiğinde en sık tutulan organın karaciğer olduğu, bunu akciğer ve diğer organların izlediği bilinmektedir (4,8,23). Araştırmamızda göre KE’li olguların %81,8’inde sadece karaciğerde, %6,1’inde ise akciğer ve karaciğerde beraber olarak, %6,1’inde ise sadece akciğerde ve daha düşük oranlarda diğer organlarda (dalak, böbrek, karaciğer-dalak, karaciğer-akciğer-dalak, karaciğer-böbrek, karaciğer-dalak-böbrek ve psoas) kist saptanmıştır. Bayram Delibaş ve ark.’da (16) bizim çalışmamıza benzer olarak en sık tutulumun %70 ile karaciğerde, ikinci sıklıkta ise %11 oranında akciğerde olduğunu bildirmişlerdir (16). Saygı (24) 6234 olguda organ tutulumunun %51,7’sinin karaciğer, %38,8’inin akciğer ve %2,98 ile diğer dokularda (dalak, böbrek, beyin, periton, kas ve kemik) olduğunu rapor etmiştir. Ertabaklar ve ark. (20) İzmir ve çevresinde yapmış oldukları geniş kapsamlı çalışmalarında %66,4 ile karaciğerin birinci sırada, %21,6 ile akciğerin ikinci sırada ve %0,8 ile dalağın üçüncü sırada organ tutulumuna sahip olduklarını ifade etmişlerdir ve bu sonuçlar çalışmamızla benzerlik göstermektedir.
Enfeksiyonun yayılımında en önemli faktörlerden birisi köpekler olup çalışmamızda tanısı kesinleşmiş 247 olguda köpek besleme oranı %33,6 olarak saptanmıştır. Köpek beslemenin KE bulaşında önemli bir risk faktörü olduğu bilinmektedir (4). Ayrıca Aydın’da daha önce yapılan bir çalışmada köpek sahiplerinin %84,7’sinin köpeklerine parazit ilacı vermedikleri bildirilmiştir (25).
Güreser ve ark. (26) 2015 yılında Çorum’da yaptıkları çalışmada KE ön tanısı alan 253 olgunun 32’sinde (%12,7) seropozitiflik saptandığını ve pozitif olguların büyük kısmının kentte ikamet ettiğini bildirmiştir. Benzer olarak çalışmamızda olgular yerleşim yerlerine göre incelendiğinde 179’unun (%72,5) şehir merkezinde yaşamını sürdürdüğü görülmüştür.
Ülkemizin dinamikleri gereği şehirde yaşayan insanlar da sıklıkla kırsal bölgelere seyahat etmekte veya hayatının belirli bir dönemini bu bölgelerde geçirmektedir. Enfeksiyonun çok yavaş seyretmesi nedeniyle olgular saptandığı esnada bulundukları yer sorgulanmaktadır. Bu nedenle elde ettiğimiz verilere göre olguların enfeksiyonu nerede ve ne zaman aldıklarının saptanması tam olarak mümkün olmamaktadır.
SONUÇ
Kist hidatik ile ilgili ülkemizde yapılan çalışmalar göz önüne alındığında bu paraziter hastalığın yaygın olduğu görülmektedir. Hastane kayıtlarının KE hastalığında olguların sadece az bir kısmını temsil ettiği düşünüldüğünden ilimizde KE görüldüğü üzere varlığını sürdürdüğü ve önemini koruduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerek korunma gerekse hastalığın önlenmesinde gerekli önlemlerin alınması gerektiği bir kez daha vurgulanmıştır.
* Etik
Etik Kurul Onayı: Çalışmamız retrospektif olmasından dolayı etik kurul onayı alınmamıştır.
Hasta Onayı: Çalışmamız retrospektif olmasından dolayı hasta onayı alınmamıştır.
Hakem Değerlendirmesi: Editörler kurulunda olan kişiler tarafından değerlendirilmiştir.
* Yazarlık Katkıları
Konsept: H.E., İ.Y., Dizayn: E.M., İ.Y., Veri Toplama veya İşleme: İ.Y., E.T., E.M., Analiz veya Yorumlama: İ.Y., H.E., E.M., Literatür Arama: S.E., E.M., İ.Y., Yazan: İ.Y., S.Ö.Ç., E.M.
Çıkar Çatışması: Yazarlar tarafından çıkar çatışması bildirilmemiştir.
Finansal Destek: Yazarlar tarafından finansal destek almadıkları bildirilmiştir.