ÖZET
Tek tırnaklı hayvanlarda protozoon, helmint ve artropod kökenli çok sayıda parazit bulunmaktadır. Türkiye’de bu parazitleri saptamaya yönelik çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu derlemede, Türkiye’de tek tırnaklılar sınıfındaki at, eşek ve katırlarda bugüne kadar bildirilmiş parazitler bir arada sunulmuştur. Bildirilen toplam helmint sayısı atlarda 62, eşeklerde 52 ve katırlarda ise 21’dir. Protozon olarak atlarda 13, eşeklerde 13 ve katırlarda 3; artropodlar olarak ise atlarda 40, eşeklerde 23 ve katırlarda 6 tür parazit bulunmuştur. Son yıllarda moleküler tanı yöntemlerinin gelişmesi ve çeşitlenmesi ile, ülkemizde tek tırnaklılarda yürütülen özellikle protozoolojik çalışmalarda da bu yöntemler uygulanmıştır. Klasik tanı yöntemleri ile teşhisleri zor olan veya mümkün olmayan bazı protozoonların bu yöntemle nükleik asit düzeyinde teşhisleri yapılabilmiştir. Türkiye’de tek tırnaklı hayvan sayıları özellikle son çeyrek yüzyılda sürekli azalma eğiliminde olup, buna karşılık sportif atçılık ve yetiştiriciliği ise önem kazanmaya ve artmaya devam etmektedir. Bu derlemede, ülkemizdeki tek tırnaklı popülasyonun sağlığının korunmasında; paraziter enfeksiyonların/enfestasyonların potansiyel zararlarını önlemek/azaltmak için başta hayvan sahipleri ve veteriner hekimlerin bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine yönelik geçmişten bugüne kadar yapılmış akademik çalışmalar özetlenmiştir.
GİRİŞ
Tek tırnaklı hayvanlar, Türkiye’de tarih boyunca hayvancılığın önemli ögelerinden birini oluşturmuştur. Bu hayvanlar ağırlıklı olarak zirai, ulaşım, askeri ve sportif amaçlarla yetiştirilmişlerdir. Günümüzde de hala bu amaçlara yönelik kullanılmalarına rağmen son yıllarda özellikle tarım ve ulaşımdaki teknolojik gelişmelerden dolayı tek tırnaklı sayılarında ciddi azalmalar olmuştur. Türkiye’de at, eşek ve katır sayıları son on yıl içerisinde sırasıyla %39, %46 ve %43 oranında azalarak, 2019 yılında 102,467, 126,912 ve 29,452 olarak kaydedilmiştir (1). Bu süreçte eşek ve katırların kullanım amaçları çok fazla değişmezken, atlar için özellikle sportif atçılık ve yetiştiriciliği (damızlık, yarış, binicilik, gösteri vb.) önem kazanmaya ve artmaya başlamıştır. Örneğin; resmi olmayan verilere göre at popülasyonunun yaklaşık üçte birini bu grup atlar oluşturmaktadır. Dolayısıyla son yıllarda özellikle bu tip atlara yönelik bakım, besleme, yetiştirme ve veteriner sağlık hizmetleri alanlarında önemli gelişmeler olmuştur (özel at çiftliklerinin artması, at besleme ve sağlığı ile ilgili sektörün gelişmesi, sadece atlara yönelik veteriner kliniklerinin açılması, gibi).
Tek tırnaklıların sağlığını tehdit eden çok farklı hastalıklar arasında enfeksiyöz etkenler tarafından meydana getirilenler önemli bir yer tutmaktadır. Yılmaz ve Wilson (2), Türkiye’de tek tırnaklılarda görülen bazı önemli bakteriyel, viral, paraziter etkenler (ve hastalıklar) hakkında bilgi vermişlerdir. Ancak paraziter açıdan bakıldığında hazırladıkları bu derlemenin hem tüm parazitleri kapsamadığı, hem de sunulan verilerin bu alanda yayınlanmış makalelerin sadece bir kısmından alındığı görülmektedir. Bu konudaki en kapsamlı çalışma, Gürler ve ark. (3) tarafından 2010 yılında tek tırnaklı helmintlerine yönelik yapılan derlemedir. Tek tırnaklılarda şimdiye kadar saptanan protozoon ve artropodların bildirildiği bir çalışma ise bulunmamaktadır. Dolayısıyla hazırlanan bu makale, Türkiye’de at, eşek ve katırda kaydedilen parazitlerin bir arada sunulduğu ilk çalışmadır.
Verilerin Sunum Şekli
Tek tırnaklılarda bildirilen parazitler, helmint, protozoon ve artropod şeklinde ayrı tablolar halinde kategorize edilmiştir. Makalelerde belirtilmiş olmalarına bağlı olarak, hayvan türü, il veya bölge, araştırmanın yapıldığı yıl(lar), konak ırkı ve kullanım amacı, muayene edilen hayvan sayısı ve enfeksiyon/enfestasyon oranları, kullanılan materyal-metodoloji ve tanı parametreleri hakkında her parazit için ayrı ayrı bilgilere yer verilmiştir. Bazı araştırmalarda (örneğin; bir kısım protozoolojik yayınlarda) birden fazla ilden toplanan numuneler, il bazında değil toplu olarak sunulduğu için bu tür çalışma sonuçları tek tek il bazında değil toplam sonuç olarak gösterilmiştir. Kullanım amacı olarak atlar temelde “sportif” ve “iş gücü” şeklinde sınıflandırılmıştır. “İş gücü” olarak köylerde halk elinde bulunan; tarım ve ulaşım gibi amaçlara yönelik bakılan hayvanlar kast edilmektedir. Eşek ve katırlar için araştırmaların çoğunda kullanım amacına yönelik somut bir bilgi verilmemesine rağmen, bu hayvanların ağırlıklı olarak “iş gücü” kategorisine girdiği kabul edilebilir. Saptanan parazit ile ilgili prevalans oranı verilmeyen araştırmalarda, ilgili parazit pozitif olgu (+) şeklinde sunulmuştur. Yine enfeksiyon/enfestasyon oranları, tablo görünürlüğünü ve anlaşılırlığını sadeleştirmek için tam sayılara yuvarlanarak verilmiştir. Helmintlere yönelik yapılan taramada, ülkemizde 2010 yılına kadarki araştırma sonuçlarının, Gürler ve ark. (3) tarafından yapılan derlemede yer almasından dolayı, veri tekrarı olmaması açısından sadece 2010 yılından sonra yapılan helmintolojik bildirimler dikkate alınmıştır.
Verilerin Analizi ve Değerlendirme
Türkiye’de tek tırnaklılarda saptanan helmintler Tablo 1’de, protozoonlar Tablo 2’de, artropodlar ise Tablo 3’te görülmektedir. Daha önce bildirilmeyen helmintler olarak, eşeklerde Echinococcus equinus, katırlarda Anoplocephala magna, Paranoplocephala mamillana, E. equinus, Setaria equina, Teladorsagia davtiani bulunmaktadır. Atlarda ise dışkı bakısında yine daha önce saptanmayan Hymenolepid tip yumurta gözlenmiştir. Böylece 2010 yılına kadar bildirilenlerle beraber toplam helmint sayıları atlarda 62, eşeklerde 52, katırlarda ise 21 olmuştur. Protozonlar yönünden incelendiğinde atlarda 13, eşeklerde 13 ve katırlarda 3; artropodlar olarak ise atlarda 40, eşeklerde 23 ve katırlarda 6 tür parazit bulunmuştur.
Türkiye’de tek tırnaklılarda günümüze kadar yapılan paraziter araştırmalara bakıldığında helmint ve protozoonlara yönelik çalışmaların birbirine yakın olduğu ancak artropodlarla ilgili araştırmaların daha az sayıda olduğu görülmektedir. Hayvan türleri arasında bir karşılaştırma yapıldığında ise en fazla çalışmanın sırasıyla at, eşek ve katırda yapıldığı görülmüştür. Eşek ve katırlarda yapılan çalışmaların ağırlıklı olarak helmintlerle (35 adet) ilgili olduğu, bu hayvanlarda protozoon (19 adet) ve artropodlara (13 adet) yönelik araştırma sayısının ise daha az olduğu dikkat çekmektedir. Yine spor atlarında yürütülen paraziter çalışmaların sayılarının genelde düşük olduğu, ancak 2000’li yıllardan itibaren artış kaydettiği gözlenmektedir.
Helmintolojik araştırmalarda metodoloji olarak en fazla dışkı muayene yöntemleri uygulanmış, son yıllarda ise moleküler genotip çalışmalarının da yapılmasıyla helmint tanı yöntemlerinin çeşitlendiği görülmektedir. En sık bildirilen helmintler Strongylidae ailesinde yer alan cins/türler olmuş, enfeksiyon oranları da %1-100 arasında değişmiştir. Protozoonlar yönünden yapılan araştırmalarda en sık kullanılan metot kan muyenesi olmuş (boyanmış kan frotisi, değişik serolojik yöntemler), son yıllarda ise moleküler biyolojik yöntemlerle parazit DNA’sına yönelik teşhisler ağırlık kazanmaya başlamıştır. En sık bildirilen protozoonlar Piroplasmidae ailesinde yer alan türler (özellikle Theileria equi) olmuş, enfeksiyon oranları da %1-100 arasında değişmiştir. Artropodolojik araştırmalarda ise en sık uygulanan metot deri muayenesi olmuş, daha sonra ise nekroskopik muayenede sinek larvaları tespit edilmiştir. En sık bildirilen artropodlar Gasterophilus cinsi sinek larvaları olmuş, enfestasyon oranları da %0,08 ile 83 arasında değişmiştir.
Hazırlanan bu derleme, tek tırnaklı hayvanlarda genelde “paraziter” bir yaşam sürdüğü kabul edilen cins/türleri kapsamaktadır. Bunların dışında kalan ve Türkiye’de tek tırnaklılarda saptanan (4) örneğin kommensal yaşam özelliğine sahip bazı siliyatlara (Protozoa; kök altı: Ciliophora), konumuz dışı kaldığı için burada yer verilmemiştir. Saptanan parazitlerle ilgili bildirimlerin çoğunun subklinik enfeksiyon/enfestasyon şeklinde olduğu, klinik belirtilerle seyreden olgu bildirimlerinin ise az sayıda ve özellikle protozoon ve artropod kökenli enfeksiyonlar olduğu göze çarpmaktadır (5-8). Bu bağlamda en sık bildirilen helmint enfeksiyonu olan Strongylidae enfeksiyonları da subklinik olarak tespit edilmiş, bu familyada yer alan Strongylus vulgaris türüne ait larvaların neden olduğu ve sancı, topallık gibi klinik belirtilerle seyreden hastalık tablosu (“kızıl kurt sancısı”) ise özellikle son yarım yüzyıllık süreçte hiç rapor edilmemiştir. Bu durum, özellikle son yıllarda veteriner hekimlik kullanımına sunulan modern antelmentiklerin kolay ulaşılabilir ve kullanılabilir olmasıyla ve bu türün gelişiminin özellikle prepatent periyodda bu antelmentiklerle (ivermektin, moksidektin vb.) engellenmesiyle açıklanabilir (9). Yine bu ailede yer alan Cyathostominae familya altındaki çok sayıda türün larvalarının neden olduğu “larval cyathostominose” tablosu, akut olarak ortaya çıkan ishal, subkütan ödemler ve aşırı kilo kaybı gibi klinik belirtilerle seyreder. Özellikle antelmentik direncinin görüldüğü ülke/çiftliklerde gözlenen bu olgular (10), ülkemizde hiç bildirilmemiştir. Bu konuda, olası olguların saptanabilmesi ve yanlış teşhis konmaması adına özellikle spor atı yetiştiriciliği yapılan ve düzenli antelmentik kullanılan çiftliklerin sahiplerine ve sorumlu veteriner hekimlerine bilgilendirilme yapılmalıdır.
Helmintlerin teşhisinde konvansiyonel dışkı bakı yöntemleri (flotasyon, sedimentasyon, Baermann-Wetzel gibi) kolay ve ucuz uygulanabilir metotlar olmalarından dolayı hala yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Ancak bu yöntemlerle bazı parazitlerin tür düzeyinde teşhisleri oldukça zordur. Örneğin dışkıdan hazırlanan larva kültürlerinden elde edilen strongylid larvaların rutin ışık mikroskobisi ile tür teşhisleri Strongylus cinsinde yer alan türler için yapılabilirken, diğer türlerin tür düzeyinde teşhisleri, morfolojik özelliklerinin birbirine geçişkenli olmalarından dolayı mümkün olmamaktadır. Bu sorunu aşmaya yönelik yapılan bir araştırmada, strongylid larvalar “üç farklı larva tipi” altında gruplandırılabilmişler ancak bu yöntem de tür düzeyinde spesifik teşhise müsaade etmemiştir (11). Diğer taraftan, bazı parazit bildirimlerinin taksonomik açıdan uluslararası kabul edilen yeni normlara dikkat edilmeden yapıldığı görülmektedir. Örneğin; Trichonema cins adlandırması, konunun kabul görmüş uzmanları tarafından yapılan son nomenklatür çalışmalarında artık kullanılmamaktadır (12-14). Onun yerine, eskiden bu cins içerisinde yer verilen türler, taksonomik olarak artık diğer cinslerin altında tanımlanmaktadır. Yukarıdaki örneklerden hareketle, ileride yapılacak çalışmalarda bu konulara dikkat
edilmesi, ülkemizde araştırmalar arası ve uluslararası düzeyde bir örnek bilimselliğin sağlanması adına büyük önem arz etmektedir.
Tek tırnaklılarda bulunan Anoplocephalidae ailesinde yer alan parazitlerin, dışkı bakısı (flotasyon) yapılan araştırmalarda neredeyse hiç saptanmadığı görülmektedir. Böyle bir sonuç, bu grup parazitlerin endirekt yaşam çemberinde bulunan Oribatid akarların, hayvanların yaşadığı ortamlarda bulunup bulunmamasıyla ilişkili olabileceği gibi, dışkı bakısında kullanılan solüsyon yoğunluklarıyla da ilgili olabilmektedir. Nitekim yoğunluğu yüksek flotasyon sıvılarının kullanımı ile dışkıda yumurta görme olasılığının arttığı bildirilmiştir (15). Dolayısıyla, bu parazitlere yönelik yapılacak çalışmalarda da bu hususun özellikle dikkate alınması gerekmektedir.
Türkiye’de tek tırnaklılarda bulunan protozoonlarla ilgili çalışmalar oldukça eskiye dayanmakla birlikte, asıl yoğun ve sistematik araştırmaların 1990’lı yıllardan sonra yapılmaya başlandığı görülmektedir. Örneğin; atlarda piroplasma enfeksiyonları, Unat ve ark.’na (5) atfen ilk defa 1929 yılında Samuel Aysoy tarafından bildirilmiş olmakla birlikte, takiben bu parazitlerle (Theileria, Babesia) ilgili ilk çalışma 1997 yılında yapılmıştır (16). Sonraki dönemlerde de Piroplasmidae türleri tek tırnaklılarda özellikle atlarda en sık araştırılan parazitler olmuş, bunları sırasıyla Toxoplasma gondii ve Eimeria spp.’ler takip etmiştir. Bu parazitlerle ilgili enfeksiyon oranlarının bazı araştırmalarda %100 olarak saptanmasına rağmen, olguların genelde subklinik enfeksiyonlar şeklinde seyrettiği gözlenmiştir. Bu durum özellikle ölümcül bir potansiyele sahip olan piroplasmid etkenler için önemlidir. Zira bu enfeksiyonların hangi şartlar altında akut hastalığa dönüşeceği veya kronik olarak seyredeceği ile ilgili bilgiler maalesef sınırlıdır. Bu bağlamda bu parazitlere vektörlük yapan kene türleri ve bunların Piroplasmidae enfeksiyonlarının epidemiyolojisindeki rollerinin anlaşılması için detaylı araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır (17).
Moleküler tanı yöntemlerinin gelişmesi ve çeşitlenmesi ile ülkemizde tek tırnaklılarda da özellikle protozoolojik çalışmalarda bu yöntemlerin uygulandığını görmekteyiz. Böylece, klasik tanı yöntemleri ile teşhisleri zor veya mümkün olmayan bazı protozoonlar araştırılabilmekte ve nükleik asit düzeyinde teşhisler ile filogenetik analizler yapılabilir hale gelmiştir. Bu doğrultuda kısa süre önce Türkiye’de atlarda ilk defa Giardia intestinalis saptanmıştır (18). Ayrıca bu modern metodolojiler sayesinde son yıllarda dünya genelinde ve Türkiye’de tek tırnaklılarda daha önce hiç bildirilmemiş parazitler (Theileria annulata, Babesia canis, B. ovis, gibi) tespit edilmiştir (19). Ancak bu etkenlerin tek tırnaklılardaki etkileri ve yine tek tırnaklı hayvanların bu parazitlerin epidemiyolojisindeki rolleri hakkında henüz detaylı bilgiler bulunmamaktadır.
Türkiye’de tek tırnaklılarda bildirilen tüm parazitler arasında sadece Trypanasoma equiperdum, Durin hastalığı (at frengisi) etkeni olarak “İhbarı Mecburi Hayvan Hastalıkları Listesi”nde yer almaktadır (20). Bu parazitle ilgili ülkemizde oldukça az sayıda kayıt olmakla birlikte en kapsamlı veri 2002-2007 yılları arasında 43 ilde 30.000’in üzerinde atta yapılan çalışmada olup, muayene edilen hayvanlarda bu parazite rastlanmamıştır (21).
Diğer memeli evcil hayvanlarda olduğu gibi, tek tırnaklıların da kendilerine özgü veya diğer hayvan gruplarıyla ortak dış parazitleri (artropod) bulunmaktadır. Bunlarla ilgili enfestasyonlar genellikle ilkbahar-yaz aylarında daha sık görülmektedir. Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan önce yapılan çalışmalarda, direkt artropodlara yönelik sistematik bir prevalans çalışması olmadığı gibi, mevcut olanların çoğunda da veriler sadece toplanan artropodların tür tayini yapılarak bırakılmıştır. Tespit edilen dış parazit türlerinin çoğu, Merdivenci (22) ve Unat ve ark. (5) tarafından bildirildiyse de, bu veriler teşhis edilen parazit ile (tarih, yer, genç/olgun, sayı, dağılım) veya incelenen hayvanlar (yaş, cinsiyet, ırk) ile ilgili ayrıntılardan yoksundur (24). Dış parazitlerin cins/tür teşhisleri genellikle morfolojik karakterlerine göre yapılmıştır. 2000’li yıllardan itibaren moleküler tekniklerin geliştirilmesi ve yaygınlaşmasını takiben, moleküler teşhisli artropodolojik araştırmalar da başlamıştır (25). Bu çalışmalar kapsamında dış parazitler genelde helmint veya protozoonlarla beraber araştırılarak bazen birlikte, bazen de ayrıca sunulmuşlardır. Tek bir hayvan türüne göre (örneğin, atlarda) veya birden fazla hayvan türleriyle (örneğin, tek tırnaklılarda) çalışmalar yapılmış ancak çoklu hayvan türleriyle yapılan bazı çalışmalarda bulunan parazit türleri hayvan türlerine göre ayrılmamıştır. Bu doğrultuda, mevcut tüm bildirimlere göre hazırlanan artropod listesi ve ilgili bilgiler tabloda sunulmuştur. Parazit isimleri bildirildiği şekilde yazılmış, eğer güncel bilgilere göre isim değişikliği varsa, güncel ismi parantez içerisinde belirtilmiştir [örneğin; Gasterophilus veterinus (nasalis)]. Tablo 3’te yer alan bazı artropodların (Eulaelaps stabularis, Linyphiidae spp., Reduviidae spp., Coleoptera spp.) atlarda deri muayenesi sırasında tespit edildiği (5,26) ve rüzgar, uçarken konma veya ağaç/çalıdan bulaşma gibi tesadüfi durumlarla hayvanlara bulaştığı düşünülmektedir.
SONUÇ
Türkiye tek tırnaklılarında özellikle helmint parazit yelpazesinin oldukça geniş olduğu görülmektedir. Her ne kadar birçok parazitle ilgili enfeksiyonların subklinik seyirli olduğu bildirilmiş olsa da, uygun şartlar söz konusu olduğunda değişik parazit türlerinin konaklarında yüksek patojenite hatta ölüme neden olabileceği unutulmamalıdır (örneğin; Anoplocephala perfoliata ve Parascaris equorum’da, bağırsak tıkanması ve delinmesi; Piroplasmidae etkenlerinde, yüksek ateş ve iç organ hasarı; değişik artropod türlerinde, alerjik reaksiyonlar ve myiasis, gibi). Diğer taraftan, gelecek yıllarda özellikle küresel ısınmanın etkisinin artacağı varsayımından hareketle, “vektörlerle bulaşan hastalıklar” sayısında ve şiddetinde bir artış riskinden dolayı özellikle artropod enfestasyonlarının tek tırnaklı hayvanlarda da önem kazanacağı öngörülebilir (27). Dolayısıyla, nicelik olarak gerileme eğiliminde olan ülkemiz tek tırnaklı popülasyonunun sağlığının korunmasında, paraziter enfeksiyonların/enfestasyonların zararlarını önlemek/azaltmak için başta hayvan sahipleri ve veteriner hekimlerin bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi büyük önem arz etmektedir.
* Etik